Cerh Ve Ta’dîl Bir İçtihaddır:
Cerh ve ta’dîlle alâkalı bazı meselelerin
kavranmasında yardımcı olacağına inandığımız bir hususu, kısa bir istitradla
açıklayacağız, bu husus cerh ve ta’dîl işinin içtihâdî bir ameliye olması’dır.
Ulemâ, cerh ve ta’dîl işi bir içtihad
ameliyesidir demekte müttefiktir. Yani, cerh veya ta’dîl’de bulunan kimse, ravi
hakkında edinmiş bulunduğu şahsî bilgilerine dayanarak, bir değerlendirme yapar,
bir hüküm verir: “Zayıftır”, “çok zayıftır”, “vehim sâhibidir”, “sikadır”, “evsaktır”,
“vasattır”, “zabtı iyidir”, “zabtı bozuktur” gibi. Nitekim içtihad da böyledir;
müçtehid, bir mevzu ile alâkalı bilgilerine dayanıp gayretinin son haddini
ortaya koyarak gerçeği belirtmek maksadıyla bir hükme varır.
*
Müçtehid hükmünde isâbet de etmiş olabilir, yanılmış da.
*
Yanılmasından dolayı mes’ûl değildir.
*
Aynı meselede, -bilgileri, nokta-i nazarları, dayandıkları prensipleri farklı
olduğu için- iki müçtehid farklı hükümlere gidebilir.
*
Farklı hükme ulaşan iki müçtehidden birinin hükmü diğerini bağlamaz, ikisi de
isabet ve hata’da eşit şans sahibidir.
Cerh ve ta’dîl alimleri de -ravi hakkında
edindikleri şahsî bilgilere göre hüküm verdiklerinden- ihtilafa düşebilirler.
Bunlardan birine haklı diğerine haksız denemez.
İşte bazı alimlerce zayıf, bazı alimlerce sika
kabul edilmiş ravilere muhtelefun fih denir.
Şimdi asıl konumuza gelmiş oluyoruz: Muhtelefun
fih râvînin ve rivâyetinin durumu nedir?[1]